iyi insan hiç insandır



önce yoğun bir iş temposundan çıkıp arabalı vapura koştururken sorgulandım. almanya'dan izmir'e gezmeye gelmiş yaşlı karı-koca bostanlı'ya gitmek için hangi yoldan gideceğini sordu. benim de o tarafa gideceğimi söyleyip benimle gelmelerini, ama 15 dakikalık mesafemiz olduğunu ve 10 dakika sonra geminin kalkacağını söyledim. hafiften koşturarak, hafiften geminin kaçmasını göze alarak, onlara uydurdum tempoyu ve nefes nefese yetiştik.
azıcık soluklanıp soğuk bir şeyler almak için içecek makinesi önüne geldiğimde yaşlı bir amca çay içmek istediğini ama makineyi nasıl kullanıldığını bilmediğini söyledi ve 50 kuruşu elime tutuşturdu. oysaki çay 75 kuruştu. ona çaktırmadan cüzdanımdan 25 kuruş çıkarıp amcaya üçte birlik bir çay ısmarlamış oldum. kendi bozuk paramın kalmadığını fark edip susuzluğumuzla yarım saat katlandım.
tüm gün iş yerinde olanlardan sonra nasıl hala sinirlenmeyip, ya da aman yaa bananee demeyip insanlara yardım ettiğime inanamıyorum.
iyilik yapmak iyi biri olmanı gerektirmez ve ne de olsa ben bir alex değilim :)

aşk mutfağından yalnızlık tarifleri-Yekta KOPAN

gece-gündüz programından denk geldikçe takip ettiğim entelektüel kişi yekta kopan'ın yazı dilini çok merak ediyordum.
açılışı, aşk mutfağından yalnızlık tarifleri adlı kitapla yaptım. zaten adı bile ilgi alanıma girmeyi başardı ama öyküler inanılmaz vurucuydu. kimi zaman gözlerim bile doldu.

düş eş öyküsü baba ve oğlu arasında geçen diyalogdan oluşuyor. ut çalmayı bırakan baba, nedenini şöyle anlatıyor;
-bir gece eskisi gibi çalamadığımı farkettim. boynumu her geriye atışımda gömleğimin kolalı yakası ensemi keser, musikinin huzuru ile hayatın canımı yakan gerçeklerini dengelemeye çalışırdım.
o gece canım acımadı, çünkü annen gömleğimin yakasına pamuklu bir astar dikmişti. anladım ki insan evlenince eskisi gibi olamıyormuş. ertesi gün sattım umudumu...ben beni korumasını istemiyordum ki. o acıları yok etmesi için değil, benimle paylaşması için evlenmiştim annenle.


oyun evi öyüsünden;
*gitgide kirlenen dünyaya yabancılaşmaya başlamıştık, kendimizi boşlukta hissediyorduk ve ancak çocuksu bir temizliğin bu pisliğin içinde ayakta durabileceğine inanıyorduk...yani anlayacağınız dünyaya bir çocuk getirip, onun saflığına sarılarak ayakta kalmak istiyorduk. ne bencillik değil mi?

çıkış noktası öyüsünden;
*hangi kömür, günün birinde elmas olacağını önceden bilir?

bu arada "dördüncü kare" isimli bir öykü var mı acaba?



gülhan şen'e yazılmış açık bir mektuptur!



ah gülhan ah,
seni hem çok seviyor hem de sana çok fena gıcık oluyorum.
yine insanın içini kıpır kıpır yapan yerleri gösterdin sabah sabah bana.
senin o rengarenk trençkotun olasım bile geldi o sırada :)
senin sayende artık yapılacak adı altında yeni bir etiketim olacak; ne kadarını gerçekleştirebilirsem kârdır diyerek mektubuma son veriyorum.
yanaklarından öptüm :))

Sintra'ya gidilecek, ölmeden Pena Park'ında ki o havayı içime çekeceğim, Pena Sarayı'nda ki renkleri hafızama ekleyeceğim.



Derdâ&Derda AZ-Hakan Günday





Sevdiğim kişilerin, başka sevdiğim kişileri sevdiğini keşfetmek ne güzel bir keyif ve lütuf!


Bundan sonrası kitabı okumayanlar için tehlikelidir, dikkatinize..







*ve en önemlisi yetişkin uysallığı, tamamen ölçüsüz bir dünyada, milimetrik biçimde ölçülüdür. yaş ağacın eğilip kendi köküne oral seks yapmasından ibarettir.

*kendini odasına kilitleyip, dışarıyı dışarıya hapsetmeye çalışır.

*bahçe kapısının üzerindeki büyük tabelayı görünce, adı umut olan ne çok şey var, diye düşündü. demekki insanların sokakta yürürken, günde bir kez de olsa umut kelimesini bir tabelada okumaya ihtiyaçları var, deyip gülümsedi.

*çünkü derdi korku değil, korkuyu beklemekti. ve korkuyu beklemek kokudan beterdi. bir zamanlar birinin yazdığı gibi...(ateh olarak ben:" kitapta bu yazıyı okuduğum an'da yazarın hangi yazara gönderme yaptığını anladığım için çok fena bir haz aldım, aferin bana")

*bütün gizli gevezeler gibi yanında sadece bir kişi varken konuşanlardandı. kalabalık bir kavehane masasının etrafında derin derin susarken, herkes kalktıktan sonra geriye kalan son adamın iki kulağını delecek kadar konuşurdu.

*belki de hayat yanlış anlayınca güzeldi.sadece yanlış anlayınca.ama her şeyi...

*belki de bu sayede hayat devam ediyordu.kimse, neye neden olduğunu önceden bilmediği için.

*'seni az seviyorum' dedi derdâ.
'ben daha az' dedi derda.
bir daha da konuşmadılar...


not :
Oğuz Atay;beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra’da tedavi gördü. 13 Aralık 1977’de, bu hastalıktan kurtulamayarak İstanbul’da öldü. Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği'nde 5. adada toprağa verildi.

albüm:
-siouxie and the banshees 'peek a boo'
-the dresden dolls 'girl anachronism'
-the cramps 'the crusher'
-slayer 'raining blood'
-altre follie